27 Şubat 2013 Çarşamba

KARADENİZ'DE DERİN DERİN HAYAT SOLUDUM!


Karadeniz’e son bir senede iki  defa gittim. Her ikisinde de rotamız Trabzon’dan basladı, Rize’ye uzandı.  Ekim ve Haziran’da dörder gün kaldığım bu topraklarda “yaşarken cennette varolabilme” nin sonsuz keyfine vardım , hücrelerimin her bir zerresi ile her bir anın tadını çıkardım. Doğanın gerçek mucizesine ve el değiştirmesine şahit oldum. Her sabah uyandığımda bu gördüklerim gerçek olamaz dedim,  her iki seyahatimde de hayatım boyunca aldığım toplam derin nefes sayısından daha fazla “hayat” soludum. Haziran’da yeşilin gerçek olamayacak kadar farklı tonu ve gürül gürül akan şelaler bizi selamladı, Ekim’de sarı, kızıl, turuncu renklerle kendimden geçtim. Karadeniz’i görmeden dünyada gidilmemesi gereken ne çok yer olduğunu farkedip,  her iki seyahatten de “arınmış yaşanmışlıklar” ile döndüm....

Çok radikal bir kararın neticesinde uzun yıllar üst düzey yönetici olarak çalıştığım finans sektöründen ayrılıp bir seyahat şirketi kurmuş olmama “ tekrar tekrar şükrettiren” topraklardır Karadeniz toprakları....

Aslında öyle topraklar ki buralar kendisini ziyaret eden herkese “ şükran ve şükür” duyduracak bir nedeni kolayca buldurur..

1500 m.deniz yüksekliğindeki yerleşim yerine “ Hamsiköy” adını verecek kadar nüktedanlık vardır buralarda...



Her daim çetin tabiat koşulları ile mücadele eden fakat tarihin hiçbir döneminde mevcut düzene karşı gelmemiş  bir bağlılık vardır bu topraklarda...

Kadını güçlüdür Karadeniz’in, hem de nasıl güçlü ve dayanıklıdır..sırtında taşıdığı yüke bakıp “Neden sen taşıyorsun? diye sorarsanız, “Ya kim taşıyacaktı, ben varken onlara mı düşmüş bunu taşımak? “diye cevaplar sizi kadının hası, eli nasırlısı...

Mezarlıklar şehir merkezinde hatta çoğu zaman bahçelerdedir..birbirlerine bağlıdır, yüreği geniş Karadeniz insanları, yaşarken de ölümden sonra da...

Herşeyden önce efsanelerle dolu bir mimarlık harikası yükselir bu topraklarda..Sümela, sislerin ardındaki heybeti ile insanoğlunun hem derin nefesi hem de nefesinin kesildiği yerdir...”Karadağın (Mela dağının) bakiresi” hem isyanın hem de boyun eğişin simgesidir sanki.. Tarihteki tüm şaheserlere bakarsanız oluşumlarında aslında iki temel neden görürsünüz..inanç ve can korkusu...Sümela da bu iki nedeni içinde fazlası ile barındırır.

Ekim’de gittiğimde berrak bir güneş altında çıktığım basamaklarından, şaşırtıcı birşekilde Haziran’da sisler altında tırmandım. Bir filmin içindeydim sanki ve başrolde sadece ben....

(M.S. 4. yy’da Atina’dan gelen iki keşiş tarafından temelleri atılan manastır deniz seviyesinden 1300m yüksekte Kara Dağ’ın yalçın yamacına inşa edilmiştir. Tarihi değeri, ihtişamlı mimarisi ve Altındere Milli Parkı doğal güzelliği içerisinde bulunan manastıra 300 m orman içi bir patikadan ulaşılmaktadır)

Sümela’dan sonra yaşadığınız ana dönebilmenin tek bir yolu olabilir, o da yemek yemek.. her iki seyahatte  Akçaabat Köftecisi ve Körfez Restaurant’ta öğle yemeğimizi aldık. Tesislerin hem hizmet hem de lezzet kalitesinden çok memnun kaldık.

Öğle yemeği sonrası yaklaşık 2.5 saatlik orman içi seyahat ile Sürmene, Of ve Çaykara üzerinden Uzungöl’e vardık. Uzungöl; deniz seviyesinden 1150 metre yükseklikte, etrafı zümrüt yeşili ladin ormanları ile çevrili, Karadeniz’in incisi olarak adlandırılan şirin bir beldedir. Uzungöl’de konaklama için seçimimiz ise değişmeyen bir şekilde her zaman İnan Kardeşler Tesisleri oldu. Aysel’i cok severim, bir Karadeniz insanının tüm özelliklerini taşır, çözümsüz olarak gördüğü hemen hemen hiçbirsey yoktur, hizmette kalite anlayışları ise çok yüksektir. İnan Kardeşler’de odalarımıza yerleştikten sonra gölün etrafında yürüyüşe çıktık. Ekim’de üzerimizde tişörtler ile yürüdük, Haziran’da ise hafif anoraklarımızla!..Karadeniz, ah Karadeniz hep biraz asi ve havasında hep biraz sürpriz...

Gölün etrafındaki yürüyüşün tarifi günlük hayatta kullanageldiğimiz kelimeler ile anlatılabilecek kadar sınırlı değil...yaşamak, hissetmek, derin derin içine çekmek gerekiyor oraları. İnanılmaz....

Akşam yemeğinde İnan kardeşler’de kemençe dinledik, horon vurduk, fıkralar dinledik. En güzeli de ne biliyor musunuz, fıkralar uydurma değil, her biri bu can insanların yaşadıklarından  seçmeler..kendi kendilerinin yaşadıkları ile eğlenebilen kaç yöre halkı gördünüz siz?:-) Bir de bunları Mehmet’in Karadeniz aksanı ile dinleseniz...

Ertesi gün kahvaltı sonrası rotamız Demirkapı yaylası oldu. Uzungöl’den bir saat daha yukarı yürüyüş mesafesinde olan Demirkapı yaylası yolu kayalardan fışkıran suları, yemyeşil ağaçları ve bitki örtüsü ile bambaşka bir dünyaya kapıları açıyor. Ekim’de de Haziran’da da bambaşka yerlere gelmişiz kadar farklı bir doğa örtüsü karşıladı bizi.

Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yayla kültürü önemli biryer tutmaktadır.Bölge halkı hem hayvanlarını otlatmak ve kışın yiyecekleri otları toplamak için, hem de daha serin havada ve bozulmamış doğada yaşamak için yaylaya çıkmaktadırlar. Bol yağışlı ve nemli havası nedeniyle Karadeniz yaylalarının bitki örtüsü çok zengindir. Köknar, ladin, çam, sedir, meşe, gürgen gibi ağaç türleri ile kardelen, ormangülü, gökovan, yabani, açelya gibi binlerce çeşit kır çiçeği ile kaplıdır.

Her iki seferde de olağanüstü bir yayla gezisi ve yürüyüşü sonrası öğle yemeğimizi Ekim’de dere kenarında mangal şeklinde aldık, Haziran’da da yağmur olduğu icin tesiste!

Akşam Ayselciğimin annesinin ve sevgili şef garsonumuz  Mehmet Bey’in hazırladığı yöresel yemekleri (Fasulye turşusu , sütlaç , mısır ekmeği, kara lahana çorbası ve tereyağında pişmiş alabalığı) afiyetle yedik.

Ertesi gün kahvaltı sonrası otelimizden ayrıldık ve Ayder Yaylası’na hareket ettik. Günün ilk ziyareti yolumuz üzerinde bulunan Ahşap Köprü idi. Ardeşen’e kadar sahil yolunu, ardından dünyada korunması gereken 200 ekolojik bölgeden biri olan Fırtına Vadisi’ni takip ettik.

Çamlıhemşin’de Faruk Abi’nin yerinde Laz mutfağı lezzetlerinden oluşan öğle yemeğimizi afiyetle yedik, laz böreği ve hamsili pilavın tadını unutmak mümkün değil.


Yemek sonrası Gelin Tülü Şelalesini gördük. Gerçekten de bir gelin  duvağının tülü gibi akıyor şelale...

Haziran’daki seyahatimizde çok farklı ve özellikli bir festivale katılma imkanımız oldu. Ayder Yaylası’nda her yıl düzenlenen muhteşem Ayder Festivali!!




Yörenin tüm otantik özelliklerini birarada görebileceğiniz, her köşede ayrı bir renk ve tadın size eşlik edeceği, yöresel kıyafetlerle gencinden yaşlısına kadar tüm güzel Karadeniz insanlarının var olduğu bir şenlik, bir görsel şölen.. Ben ne yaptım peki?  Ben pek tabii kendimi tutamadım, hamileliğimin 4. ayında iken horon vurdum hem de ne vurmakJ eşimin ve seyahatteki dostlarımın uyarıları olmasa tüm gece sabaha kadar bırakmayabilirdim. Horon vurmak bence doğal meditasyon yöntemlerinden biri olarak da kabul edilebilir. Evet medite olmak için mutlaka sessiz bir ortamda zihninizin sesini susturmaya çalışmanıza gerek olmadığını düşünüyorum. Bu dans eşliğinde de bunu yaratabilmek pekala mümkün, denemenizi tavsiye ederim ama yerinde ve bilen insanlar eşliğinde. Özetle, Ayder Festivali Çamlıhemşin Belediyesi’nin başarılı organizasyonu ile unutulmaz hatıralarımız arasında yer aldı şimdiden.

Ayder’de konaklama olarak Haşimoğlu Otel ve Yeşil Vadi Otel’i tercih ettik. Her iki otel de  Ayder’in en tipik ve yöresel otellerinden. Memnun kalacağınız bir hizmet anlayışları mevcut.

Son sabah, kahvaltı sonrası Konaklar Vadisi üzerinden Zil Kale’ye gittik. Fırtına Vadisi’ne hakim bir noktada, Komnenos’lar tarafından gözetleme kulesi ve ambar olarak yapılmış Zilkale’yi mutlaka görmelisiniz, gerçekten büyüleyici! Kaleden sonra kır kahvesinde çay-kahvelerimizi yudumladık. İnce belli bardaklarda kaç tane içtiğimi hatırlamıyorum bile.

Son gün yemeğimizi de tadına doyulmaz Karadeniz pideleri ile tamamladık.

Yemek sonrası Trabzon’a vardığımızda  gezimize 19. yüzyıl Avrupa ve Karadeniz mimarlığının ortak bir ürünü olan Atatürk Köşkü’nü ziyaret ederek devam ettik, köşk Trabzon sivil mimarisinin en güzel örneklerindendir. Köşk sonrası Ayasofya ve Trabzon Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret ettik. Sonrasında havaalanına hareket edip İstanbul uçağımız ile gezimizi sonlandırdık.

Bu Eylül’de düzenleyeceğimiz Doğu Karadeniz seyahatimizin hamilelik dolayısı ile uçak yasağımın başladığı haftaya rastlamasından dolayı büyük üzüntü duyuyorum, gidecek olan herkese de içten içe çoook imreniyorumJ kızım Ilgın da yaslarda çünkü her Karadeniz’e gittiğimizde bu yörede olduğu her ana bayılıyor..

Biz  de ne yapacağız?

Seneye yaz başındaki seyahatimizde ailece bebeği de alıp bu topraklara “büyük bir özlemle derin derin hayat solumaya” gideceğiz...

*** Fotoğraf Sanatçısı ve Yarışma Komitemiz Başkanı Sayın Yavuz Sarıyıldız ve gezginlerimizden Sayın Yusuf Biton’a bu yazıda kullanmama izin verdikleri harika fotoğrafları için teşekkür ediyorum...


Şebnem Akarsu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder