Varanasi;
Hindistan’ın kuzeyinde Uttar Pradesh
eyaletinin bir şehri. Hindistan’da bulunan yedi kutsal şehir arasında en
önemlisi. Binlerce yıldır yerleşimin aralıksız devam ettiği şehire her yıl
ülkenin dört bir yanından hacılar ibadete geliyor. Varuna ve Asi nehirleri arasında kaldığı için
Varanasi adını alan şehre İngilizlerin verdiği isim Benares.
Varanasi ipek
dokumacılığı ile ünlü. Özel bir teknik olan hafıza tekniği ile dokunan ve
sipariş üzerine üretilen ipek kumaşlar, bir zamanlar Osmanlı saraylarının da perdelerini
ve koltuklarını süslemiş. Osmanlı’dan günümüze kalan ’’Bulunmaz Hint Kumaşı’’
deyimi burada dokunan ipek kumaşlardan geliyor.
Varanasi, Hindistan’ın yaklaşık 30.000 tanrısı arasında
en önemlilerinden biri olan Şiva ’nın
da şehri. Şiva; Hinduların yaratma, yok etme ve yeniden yaratma tanrısı. Bir
gün gökyüzünde dolaşıp, eşi ile kendine yerleşeceği bir şehir ararken kutsal
Ganga Ana’nın (Ganj Nehri ) aktığı Varanisi’yi görünce yerleşmeye karar vermiş
Şiva. O gün bugündür en kutsal şehirlerden biri yeryüzünde…
Varanasi, bugüne kadar gezdiğim pek çok şehir arasında beni
en çok etkileyeni. Ölüm ve yaşam arasındaki incecik çizgiyi tüm şehir tek bir
el olup, tokat gibi çarpıyor yüzünüze.
Başka bir duygu bu. Hiçbir
tarifi yok. Varanasi acıtıyor, gülümsetiyor, şaşırtıyor. Ama en çok huzur
veriyor... Hayatı ve ölümü kabullenmeyi
kolaylaştırıyor...
Delhi’den yola çıkıp, yaklaşık bir buçuk saat süren
yolculuğumuzdan sonra Varanasi’ye varıyoruz. Eşyalarımızı otelimize bırakıp
kısa bir dinlenmenin ardından, özel aracımızla “riksa” ların park ettiği
bölgeye gidiyor ve yol boyunca karşılaştığımız, Hindular tarafından kutsal
kabul edilen ineklere yol vere vere şehir merkezine riksalarla ulaşıyoruz.
İnanılmaz bir deneyim; şehir merkezi tam bir keşmekeş. Hiç
durmadan kulaklarımızda yankılanan korna sesleri, bitmek bilmeyen bir uğultu, inekler,
dilenciler, seyyar satıcılar, rengârenk bir kalabalık ve hepsi insanın üzerine
üzerine geliyor. Dünyanın en canlı, en parlak renkleri bir araya gelmiş,
metrelerce kumaş olmuş, güzel çirkin genç yaşlı Hint kadınlarını sarıp
sarmalıyor. Renkler muhteşem, göz alıyor. Renkler yaşam kokuyor. Hem
kendilerine hem de tanrılarına
varlıklarını ispat için giyiniyorlar. Çünkü
biliyorlar ki tanrıları ışıltılı ve renkli giyinenleri tanıyor ve seviyor.
Dükkânların peşpeşe sıralandığı kalabalık ana caddeden sıyrılıp,
Ganj’a inen arka sokaklara dalıyorum. Burada da farklı sürprizler bekliyor beni.
Bir yandan karşılaştığım detayları hafızama yerleştirmeye çalışıyorum, diğer
yandan fotoğraf makineme sarılıyorum. Bir fotoğrafçı için cennet bu sokaklar! Öyle
renkler, öyle sürprizlerle dolu ki…
Yerlerdeki inek pisliklerinin üzerine basmamaya dikkat ederek yürüyorum.
Daracık bir sokağın köşesini dönünce çaldığı Hint kavalı “Pungi” ile yılan
oynatan, kendini bu dünya yaşamından soyutlamış bir “Sadu”, diğer yanda daracık
bir girintinin içinde bağdaş kurmuş, ellerini mercimek yemeğine batırmış bir
yaşlı adam, karşı köşede yere uzanmış kızının kömür karası saçlarını okşayan bir
anne... Nereye bakacağımı şaşırıyorum. Her şey o kadar etkileyici ki. Peki
gördüğüm bütün bu insanların gözlerinin içi gülüyor desem?
Küçük bir Şiva tapınağının yanından geçiyorum. Yaşlı bir
kadın karşı binânın üst katından beni izliyor. Fotoğrafını çekmek istiyorum,
arkasını dönüyor. Toz boya satan bir erkek çocuğu peşimi bırakmıyor. Ne pahasına
olursa olsun bir kutu boyayı bana satmaya kararlı.
Vishwanath Tapınağı ’nın içine giremesek de yanından geçiyoruz.
Tapınağın alçak duvarlarında yürüyen maymunları izliyorum. Derken sulandırılmış
renkli boyaları üzerimize atıp gülerek kaçışan çocuklar. Maymunlar gülüyor
olabilir mi halimize?
Tapınakların yanında çiçek satıyorlar, öbek öbek, turuncu Marigold
çiçekleri...
Ve yavaş yavaş Ganj
nehrine inen her biri farklı yükseklikteki basamakların olduğu bölgeye geliyoruz.
Kesif bir odun kokusu geliyor burnuma. Sonra anlıyorum
ki ölümün kokusu bu…
Hindistan’da ölü yakma törenleri konusunda akademik
çalışmaları olan ve defalarca buraya gelip incelemeler yapan rehberimiz son derece detaylı bilgiler
veriyor.Ölü ve ailesine saygıdan ötürü fotoğraf
çekmenin kesinlikle yasak olduğunu hatırlatarak anlatıyor ölü yakma ritüelini.
Varanasi adeta dev bir ölü yakma alanı. Yakılmadan
önce cenâzeler, eski şehrin arka sokaklarında bambu sedyelerde, kumaşa
sarmalanmış bir şekilde dolaştırılarak kutsal Ganj’a kadar taşınıyor ve nehir
sularına daldırılıp çıkarılıyor. Beden çiçeklerle süsleniyor. Bir
tanrıymışcasına onurlandırılıyor. Hindular, bu ödünç beden yakılmazsa ruhun
yeryüzünden ayrılmayacağına inanıyorlar. Günün 24 saati bu kentten dumanlar
yükseliyor ve küller Ganj’a savruluyor.
Şehrin nehir kıyısındaki bölümünün iki ucunda ölülerin yakıldığı Ghat’lar var. Birinin
adı Manikarnika
diğerinin Harishchandra. Günde ikiyüz kadar ölünün yakıldığı Manikarnika’nın
içindeyiz. Manikarnika Ghat en önemli yakma yeri.
Bir Hindu için burada yakılmak
hayırlı bir son kabul ediliyor. Hindular için doğru yerde ölmek, doğru bir
hayat sürdürmüş olmak kadar önemli. Ölüler burada, toplumda dokunulmazlar
kastına mensup kişiler olan “dom”lar tarafından hazırlanıyor. Ghatta büyük odun
yığınları hazır. Fiyatı belirlemek için odunlar dev terazilerde tartılıyor .
Her odun çeşidinin fiyatı farklı ve sandalağacı en pahalı olanı. Ölüyü yakmak
için yetecek kadar odunu hesaplamak önemli bir iş. Çok kilolu olana çok odun
gidiyor
Hamile iken ölen kadınlar, beş yaşın altındaki
çocuklar, rahipler ve cüzzamlılar yakılmıyor. Onların zaten bu dünyada
çektikleri acı ile bedenlerinin daha fazla ateşle arınmaya ihtiyacı olmadığı
inanılıyor. Cesetleri beyaz bir beze sarılıp, taş bağlayıp,nehir balıklarına
yem olmak üzere Ganj’a bırakılıyor.Bazen bazı cesetlerin şişip su yüzüne
çıkarak, nehirde gezen turistleri şaşkına çevirdiğini anlatıyor rehberimiz…
Rehberimiz ölü yakma ritüelini
anlatırken, bir ölünün yakılışını izliyorum.
Büyükçe kalaslar çapraz, aralarında açıklık kalacak
şekilde yerleştiriliyor. Üstlerine ve yanlarına odunlar ve kuru dallar konuyor.
Sedye ile getirilen ölü beden kalasların üzerine yerleştiriliyor. Üzerine serpilen
yağ, yanarken kokunun yayılmasını engelliyor. Ateşi ilk olarak ölünün büyük
oğlu yakıyor. Oğlu yoksa ölünün en yakınlarından biri. Ateşi ilk yakanın saçları
kazınmış , sadece tepesinde bir tutam saç bırakılmış oluyor ve beyaz bir giysi
giymiş oluyor. Cesedin çevresinde üç kez dönüp, ghat’ın içinde sürekli yanan “sonsuz
ateş” ten tutuşturduğu meşâle ile odunları yakıyor. Ritüele göre ilk ateş mukhagni, ölünün ağzına yakılıyor. Ölü yakıcı beden yanmaya
başlayınca kenara çekilip izliyor. Kadınların yakında durması yasak . Bir ceset
ortalama üç saatte yanıyor ve ortalama 300 kilo odun gidiyor. Üç saatin sonunda
küller Ganj’a dökülürken, Ganj’dan bir
kova su ateşe dökülerek, kalan kor tamamen söndürülüyor.
Dayanamayacağım,
bakamayacağım bir görüntü olduğunu sanıyordum, bu şehre gelmeden önce..
Oysa o kadar
doğal ki ölüm ve yaşam burada. Aç bedenler gülümsemeyi unutmamış. Pislik
yaşamın bir parçası, dilenmek diğer bir parçası, ama büyük bir inatla yaşama
tutunuyorlar.
Bedenin küle dönüşmesini izlemek de o kadar
doğal ve sıradan bu şehirde.
Gün batımında Varanasi'nin
en canlı ve renkli ghatı Dasaswamedh Ghat’da, Ganj’a karşı çanların çalınarak,
ateş gösterileri eşliğinde ilahilerin söylendiği Aarti törenini izliyorum. Her
akşam güneş batarken aarti törenini için toplanılıyor. Basamaklarda oturmuş ilahî töreni
izleyen kalabalığın arasında inekler de var. İnsanların yanına öylece çöküp
izliyorlar ayini. Bu kareleri fotoğraflamak gerçekten çok keyif veriyor.
Yorucu bir günün ardından başımı yastığa koyar koymaz
uyuyorum. Düşlerimde binlerce renkli, şaşırtıcı, sarsıcı imaj dans ediyor gece
boyunca.
Ertesi gün sabaha karşı otelden ayrılıyor ve yeni günü
teknede karşılamak üzere tekrar nehir kıyısına gidiyoruz. Bir gece önce Aarti
töreninin yapıldığı ghat’ta bekleyen tekneye binerken kağıt tabaklardaki
mumları da yanımıza alıyoruz.
Ganj nehrine karşı puja yapanlar ve yıkananlar, rengârenk
giysiler içinde güneşin doğuşuna hazırlanıyorlar. Hava aydınlanmaya başlarken
çan sesleri yükseliyor kıyıdan.Güneş kızıl bir top olup, yavaş yavaş ortaya çıkarken
dilek tutup bırakıyoruz mumlarımızı sulara. Işıl ışıl uzaklaşıyor dileklerimiz Ganj’ın
akıntısıyla … Bu sırada bir çok kadın, erkek ve çocuk turuncu,kırmızı,sarı rengârenk giysileriyle, yükselen güneşi
selamlıyor.
Ganj Ana
pembe tonlarında, o kadar dingin ve o kadar huzurlu.
Küller
tekrar yaşama dönüşüyor bu anda . Umuda
dönüşüyor ölüm Ganj’ın kollarında …
Ama en çok
huzur veriyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder