27 Şubat 2013 Çarşamba

ZEYTİNYAGİ, MUTLULUK VE ARYA: İLK ROTAMIZDAYIZ!


Haftasonu yolculuğumuzu araba ile gerçekleştirmeye karar veriyoruz. Artık hiç bir şekilde kabına sığmayan, hiperaktif Golden Retriever cinsi köpeğimizle Urla'ya doğru yola çıkıyoruz.
Şaşırtıcı bir şekilde 1.5 senedir hiç olmadığı kadar uysal olan ve söz dinleyen Arya ve 12 yaşındaki kızımız Ilgın ile keyifli bir yolculuk geçiriyoruz. Arya, sanırım gideceği yerde ne kadar mutlu olacağını daha yolculuk sırasında hissediyor.


İstanbul'dan çıkışımızdan yaklasık 8 saat sonra İzmir'de ve sonrasında otobandan yaklasık 30 dakika sonra da Urla girişinde oluyoruz.

Urla'ya irdiğimizde bir Ege kasabasının tüm tipik özellikleri karşımıza çıkıyor. Begonvil ve zakkumlar bahçelerde rengârenk sıralanmışlar, insanların bir yerden bir yere yetişme gibi bir telaşları yok, kapı önlerinde sohbetler ve mutlu yüzler var.

Büyükşehir İzmir'e bu kadar yakın olup aynı zamanda öz benliğini böylesine koruyabilmiş olmasından çok etkileniyorum.


Bölgede Zeytinyağı üretimi ve ile ilgili inanılmaz işlerde imzası olan aile dostumuz Yıldırım Hoca'nın kasabadaki  mütevazı evine doğru yola çıkıyoruz.

Eve vardığımızda koca bir tencere kabak çiçeği  dolması ile üst kat komşusu bizi bekliyor. Kabak çiçeğinin dolma yapmak için sabah erken saatte toplanması gerektiğini yoksa çiçeğin gün içerisinde kapandığını da ondan öğreniyoruz. Bir tabak dolusu halis zeytinyağı içinde sunumu yapılan eşsiz lezzetteki zeytinler ile dolmaları ne kadar kısa sürede bitirdiğimize inanamıyoruz.

Tabii biz böyle lezzetlere dalınca, Arya da etrafı gezmek ve görmek için, bir telaş devamlı eşimin elindeki tasmasını çekiştirmeye başlıyor.

İlk rotamız için Eski Çeşme yolunu takip ederek, sanayinin karşısından sağa sapıyoruz, zeytin ağaçlarıyla sağlı sollu bezenmiş güzel ve keyifli bir yolu izliyoruz.


Köye ulaşmadan 400 m önce yeni rehabilite edilmiş, 1500 m2’ lik bir alanın ortasına konuşlanmış, naturel-taş sıkma bir zeytinyağı fabrikasına uğruyoruz. Arya’nın açıyoruz zincirlerini alabildiğine koşuyor, fabrikanın artezyeninden buz gibi suyu kana kana içiyor ve bakıyor gözlerimize mutlulukla. Özbek Zeytinyağı Fabrikası 20 TON/GÜN tane zeytin işleme kapasiteli ve bu kapasite rahatlıkla günde 60 tona çıkabiliyor. Binlerce yıl öncesinin tekniğine yeni teknolojiler ilave edilmiş, o kadar.

Urla'ya geleli henüz çok kısa bir zaman olmasına karşın, hem Arya'nın, hem de kızımız Ilgın'ın "gerçekten" mutlu olduğunu hissediyoruz, çünkü mutluluk canlı türü ayırmadan "yürekten" geliyor burada, düne ait her şey bugünün içine sığdırılmış sanki, gelecek de gelmiş bu an'a yerleşmiş. Zaman yok, bu yüzden endişe ve kaygılar da yok.

John Stuart Mill'in dediği gibi: " Kendinize mutlu olup olmadığınızı sorarsanız, mutluluğunuz sona erer" . İşte tam da burada, bu şirin Ege kasabasında sorular ve karşılığında aranan cevaplar da yok!

Arya bizimle gelmek istemiyor evet ne yaptıysak fabrikanın bahçesinden ayrılmıyor, Yıldırım Hoca’nın da onayı ile bu gece orada konaklamasına izin veriyoruz. Biz de  ilk gece kalacağımız Çeşme altı mevkiinde bulunan Bilge Otel'e doğru yola çıkıyoruz.

Denize sıfır konumu ve temiz odaları ile kalınacak güzel otellerden biri. Urla'da 5 yıldızlı lüks otel kavramı henüz yok. Pansiyonlar ve temiz oteller var. Hemen üstümüzü değiştirip kendimizi denize atıyoruz, yol yorgunluğu işte o zaman yerini tam anlamı ile huzura bırakıyor.

Akşam yemeği için rotamız Özbek Köyü sahili: Altınkum.

Özbek Köyü, Urla'ya yaklaşık 7 km uzaklıkta yerleşim yeri deniz kenarında olmayan, fakat deniz kenarında yazlıklar ve iskelesi nedeniyle yerleşimleri denize doğru kayan gizli bir cennet. Yolda giderken, nasıl bir yere ulaşacağınızı kesinlikle tahmin edemiyorsunuz. Issız ve yerleşim yeri olmayan eski yoldan Çeşme'ye giderken Urla’nın çıkışından küçük bir tabela sayesinde köyün yolunu görebiliyorsunuz ve birden karşınıza  bu harika tipik Ege köyü çıkıyor. Bir Ege köyünde olduğunuzu hemen anlıyorsunuz çünkü zeytinyağı küspelerinin kokusu her yanı sarıyor. Köyün meydanından ve ertesi gün gelip soluklanacağımız köy kahvesinin önünden geçip yaklaşık 2 km sonra deniz kenarına varıyoruz, nefis balık kokuları bize hoş geldin diyor. İki yarımada arasında kalmış bir koy, deniz sakin ve durgun. Özbek Köyü'nün balıkları ünlü, zaten Urla'da kurulan balık mezatlarına da çoğunlukla bu köyden balık gidiyor hatta İzmir'in meşhur Çiprasi da bu köyden sağlanıyor. Bizim akşam yemeği için seçtiğimiz yer Emine Abla'nın Yeri. Emine Abla Özbek Köyü'nün karşı kıyısından Gülbahce köyünden 40 sene önce buraya gelin gelmiş. Masayı 5 dakika içinde inanılmaz lezzetlerle donatıyor, meşhur turşusundan bizlere ikram edemediği için de bin bir özürler diliyor. Menüdeki bol otlarla donatılmış çeşitler ve zeytinyağında çıtır çıtır kızartılmış sardalyanin tadı halen damağımda. Ertesi gün 1000 yıllık geçmişe sahip Özbek Köyü’nün eşsiz yemek ve lezzetlerinin sergileneceği ve bu yıl dördüncüsü düzenlenecek olan “Geleneksel Özbek Köyü Yemek Şenliği”ne katılmayacağımız için çaresiz bir üzüntü duyuyoruz.

Yemek sonrasında  hem yediklerimizi biraz olsun hazmetmek ve hem de bu güzel köyü daha fazla yorgunluk bastırmadan keşfetmek icin bir yürüyüş yapmaya karar veriyoruz. Sahile sandalyeleri çekip çekirdek çıtlayanları, pusette bebekleri ile çifte kumru genç evlileri, özgürce koşup oynayan çocukları ve sahil boyunca dolu dolu olan restaurantlardaki güzel insanları gördükçe, tadarak ve hissederek yaşamanın hazzını derinden hissediyoruz. Gece otelimize döndüğümüzde yüzlerimize kendiliğinden yer eden gülümseme ile huzurlu bir uykuya dalıyoruz.

Ertesi sabah erkenden yaşadığımız deniz sefasından sonra yolumuz Damla At Çiftliği’ne düşüyor. Daha doğrusu kızımız Ilgın burada böyle bir çiftliğin varlığını öğrenince oraya gitmek için ısrar ediyor, iyi ki de ediyor. O ata binerken biz de nispeten rüzgârın bir Temmuz günü sabah kahvelerimizi yudumluyoruz.

Çiftlikten sonra sıra Urla'nın koylarını keşfetmeye geliyor, içimizde hiç azalmayan deniz özlemi ile yola koyuluyoruz. Güzelbahçe körfezini, Özbek Köyü’nün karşısından kat etmeye başlıyoruz. Güzelbahçe, Karapınar, Balıklıova'yi geçip Mordoğan'da deniz molamızı veriyoruz. Varmadan önce  sevgili Yıldırım Hoca'dan da Mordoğan'ın tarihi ve konumu hakkında da ayrıntılı bilgi alıyoruz. Mordoğan, M.Ö. IV. yüzyılda, Mimas ismiyle kurulmuş. O zamanlar, idari bakımdan, Eritrea Krallığına bağlı olan bir yerleşim birimi. (Eritrea, Çeşme'nin Ildır köyüdür )  XVI. yüzyıldaki deniz haritalarında, Mordoğan'ın adı Mimas olarak kayıtlı ve  Mimas ismi eski  haritalarda ve Romalı şair Oviduşun Truva Savaşlarını anlatan dizelerinde de geçiyor. Günümüzde ise Mordoğan, özellikle Çatalkaya, Ayıbalığı kayalıkları ve Plajı, Ardıç Plajı, amatör balıkçılığı ve 70 çeşit mor çiçeği ile ünlü bir sahil kasabası. Denizde epey bir vakit geçirdikten sonra öğle yemeği için Karaburun'a doğru yola çıkıyoruz. Güya hiç acıkmadık diyorken, masaya oturduğumuzda soluduğumuz bol oksijen yüklü Urla havasının  insanı nasıl iştahlı kıldığını anlıyoruz.

Geri dönüş yolunda hem Arya'yı görmek hem de içimizde dünden ukde kalan köy kahvesinde soluklanmak için mola veriyor, demli çay ve kahvelerimizi içip yudumlayıp  yola devam ediyoruz. Arya çoktan yeni yerine uyum sağlamış, mutlu mutlu kuyruk sallayarak karşılıyor bizi. Yıldırım Hoca, onun bize en azından yazları Arya’nın burada kalmasını teklif ediyor, şaşırıyoruz, tam ama olmaz falan diyecekken, Arya gelip söylenenleri anlamış gibi hoplayıp zıplıyor, kuyruğunu hiç durmadan sallıyor. Bunu en azından düşünmeye karar veriyoruz. Henüz İstanbul'dan temelli ayrılmaya cesaretimiz olmasa da belki onun sayesinde bir başlangıç yapıyoruzdur kim bilir.

Cay kahve molasından sonra, aksam yemeğine kadar  biraz dinlenmek üzere otelimize geçiyoruz. Bu akşam kalacağımız otel Pera Otel. Butik konseptte hizmet veren otelin içi ve odaları son derece özenle döşenmiş, denize sıfır konumda. Personel de çok ilgili ve misafirperver. Otel ile ilgili gördüğüm tek ve en önemli  eksik, içerisinde bulunan Liman restaurantın işletmesinin dışarıya verilmiş olması.

Akşam yemeğimizi bu kez Urla'nın içinde limanda  bulunan restaurantlardan Yosun'da alıyoruz. Tadı damağımızda kalacak bir Ege mutfağı var bu aksam. 5,5 kg. bir sinarit tam kıvamında ızgara yapılmış, yanında deniz börülcesi, Dinamit denilen enfes bir meze (süzme yoğurttan yapılıyor içinde acı taze biber, üzerine zeytinyağında kızartılmış acı  kuru yeşil biber parçacıkları) veee nefis bir roka salatası. Bu enfes yemeğin ardından yürüyüş rotamız  bu kez  Urla içinde.

Necati Cumali'nin evi, Karantina adası, Sanatcılar Sokağı ve bozulmamış taş evler. Otele dönerken vakit gece yarısına ulaşmış olmasına rağmen yolda annesi Urla'lı olan,Urla'da vefat eden ve Urla'ya olan sevgisi nedeni ile adı Urla ile anılan Tanju Okan'ın şarkılarını mırıldanıp, bu gece hiç  uyumak istemediğimizi düşünüyoruz.

Urla'daki son sabahımıza uyandığımızda, denize girmek yerine ziyaret etmek için merak içinde olduğumuz Klazomenai Antik Kenti’ne doğru yola çıkıyoruz. Tarihçi Herodot oniki İyon kentinin arasında Klazomenai'nin de bulunduğunu bildirmektedir. Klazomenai kentine ait kalıntılar M.Ö 5. yy dışında anakarada bulunmaktadır. Verilere göre M.Ö 5 yy yerleşmesi Karantina Adası'ndadır ve tarihin bilinen en eski zeytinyağı üretim tesisinin bulunduğu yerdir. Üretim tesisini gezdiğimizde ve birleşik kaplar esasına göre yağ ayrıştırma sistemi hakkında anlatılanları dinlediğimizde gerçekten büyüleniyoruz.

Şimdi sırada Urla'da kurulan ve genel ziyarete Ekim ayında açılacak olan ve Türkiye'nin en büyük ve en kapsamlı Zeytinyağı Müzesini ziyaret etmeye geldi. 4 bin 500 metrekarelik alanda açılacak müzede aynı zamanda modern bir zeytinyağı fabrikası da olacak."Klozomenai'den Günümüze Zeytinyağı Teknoloji Müzesi" adı altında ziyarete açılması planlanan müzede bilinen ilk zeytinyağı işliği de yer alacak. Müzenin kurucusu Ortopedi Uzmanı ve Belediye Meclis Üyesi Levent Köstem'in de dediği gibi "zeytinyağı bir kültürdür" sözünün ne kadar doğru ve haklı bir temele dayandığını burada birebir inceleme fırsatı bulduğumuz için çok şanslı olduğumuzu düşünüyoruz.

Urla'da geçirdiğimiz muhteşem iki günün ne yazık ki sonuna geldiğimizin farkındayız ama hiç birimiz birbirimize bunu hatırlatmıyoruz, sanki dönüş yolunu unutmak istiyoruz. Bu yolculuğumuzu bir başlangıç olarak kabul etmeye karar verince hepimiz rahatlıyoruz, Urla'ya tekrar tekrar gelmek için birçok nedenimiz var çünkü. Başta bir Urla'lı olmaya karar veren Arya’yı ziyaret etmek olmak üzere sayamayacak kadar çok nedenimiz var.

Ağırlıklı Zeytinyağı temalı bu seyahatimizin ardından bir sonraki Urla yolculuğumuzun ana konusunu şimdiden belirledik bile…

"Urla'da Şarapçılık"…


Şebnem Akarsu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder